YENI MAESTROLAR

Teknoloji ilerledikçe ve robotik bilim günlük hayattaki yerini arttırdıkça maestroluğun kaybolup kaybolmayacağı kaygısına kapılmadan önce aslen “maestro”  kimdir, nedir, geçmişten bugüne nasıl bir değişim geçirmiştir; bunu incelemeli.

Geçmiş dönemde, zamanın en önemli maestrolarından biri duvar ustasıydı. O günün teknolojisiyle taş, toprak, tuğla ve benzeri malzemelerden, yılların birikimini kullanarak geliştirdiği tekniklerle ortaya “zamanın ötesi”nde bir yapı çıkardı.

Zamanın teknolojisi değiştikçe zamanın maestrosu da değişti. Yeni, hep böyle yakalandı. “O zaman maestro kime/neye denmeli” sorusunun, maestronun değişkenliği karşısında değişmeyecek tek bir yanıtı olabilir: “Zeka”. Diğer bir deyişle, içinde bulunduğu zamanda “bilginin gücü”ne sahip ve o günün teknolojisini kullanarak “yeni” teknikler keşfederek en iyiyi çıkarabilendir maestro.  Zamanın teknolojisi neyse, onu kendi bilgi birikimiyle harmanlayarak en iyi şekilde kullanırken, “teknoloji”ye bir tür araç, kaynak ya da bir iş birliği modeli olarak bakar.

Asıl keşif, var olan bir aracı, amacı dışında kullandığında, ona herkesten farklı bir yaklaşımla yaklaştığında başlar. Marcel Proust’un dediği gibi: “Gerçek keşif, yeni topraklar bulmakla değil, yeni gözlerle bakmakla ilgilidir.” Özellikle, insanların farklı tecrübeler deneyimlemelerini sağlayan mekânsal ilişkiler bütünün tasarımında sıklıkla karşımıza çıkan bir noktadır bu.  Frank Gehry’nin uçak yapımında kullanılan bir yazılım programı olarak bilinen CATIA programını keşfetmesiyle beraber, mimarlıkta daha evvel yapımı imkânsız gibi gözüken kompleks yüzey eğrilerine sahip yapı tasarımlarını, “yapılır” kılar. Dassault Systems tarafından ilk kez 1977 yılında Mirage adıyla bilinen savaş jetinin yapımında kullanılmış bir yazılım programıdır bu. Gehry, ekibiyle birlikte CATIA programının bir versiyonu olarak geliştirdiği Gehry Technologies yazılımı olan DP (Digital Projects) programını kullanarak mimarlıkta daha önce denenmemiş 3 boyutlu algoritmalara sahip yüzeyler tasarlamaya başlar. Bu, aynı zamanda, yazının başında “maestro” olarak tanımladığımız “zeka”nın, teknolojiyle işbirliğine giderek, “gelecek” adına ortaya konan işlere dair en güçlü örneklerdendir. Bugün, dünyaca bilinen birçok mimarlık ofisi kompleks formlara sahip tasarımlarını yapılabilir kılmak adına, ofislerinde bu teknolojik yazılım ürününü kullanıyor.

Biz de bugün Melike Altınışık Architects (MAA) bünyesindeki önemli projelerimizden biri olan  Güney Kore Seul’de yer alan Robot Bilimi Müzesi projemizde içinde bulunduğumuz dönemin teknolojilerini ileri düzeyde kullanarak bir müze tasarlamak istedik. Bilim, teknoloji ve inovasyonun toplum genelinde ilerlemesi ve desteklenmesinde önemli bir rol oynayacak olan bu müzenin tasarımı, robotları ve yeni teknolojiyi sergilemenin yanında, tasarım sürecinden üretim ve inşa sürecine kadar robot teknolojisi kullanılarak ilerleyecek. Başka bir deyişle, bu müze ilk sergisini de sahada müzeyi inşa eden robotlarla başlatacak. MAA olarak müzenin tasarım aşamasında kendi yazılımlarımızı geliştirerek kontrol edilebilinir parametreler üzerinden projeyi uygulanabilinir şekilde geliştirsek de, uygulama aşamasında CATIA gibi bir yazılımı projenin cephe çalışmalarında yer alacak olan robot kolların projenin dijital algoritmik bilgileri ile iletişim kurarak iyi bir senkronizasyon ile çalışmalarının sağlanabilmesi için böyle bir yazılımın sürece dahil olması önem taşıyacak.

Robotik teknolojiyi, mimari ve tasarımda gelecek için bir ilerleme aracı olarak kullanırken, bir robotun başka bir makinadan öğreneceği önceden “kodlanmış” bir plan veya programın yeterli olmayacağı aşikar.  Asıl ilerleme, “maestro”nun devreye girip, söz konusu robotik teknolojileri, daha önce denenmemiş ve uygulanmamış bir amaca yönelik nasıl kullanabileceğine dair çalışmalar yapmasıyla gerçekleşebilir.

“Maestro”nun teknoloji geliştikçe kaybolmayacağını, aksine teknolojiyi kompleks konularda çapraz kullanmaya devam ederek ilerleme konusunda daha kritik bir role sahip olacağını söyleyebiliriz.

Bilgi çağının getirdiği başka sonuçları da tabii ki hesaba katmalı.

Misal: Bilginin hacmi ve kompleks yapısı arttıkça, veriler ve algoritmalar sayıca çoğaldıkça, disiplinler tek başına yetersiz kaldı; “disiplinler üstü” bir dönem başladı. Yakın gelecekte bunun etkilerini daha sık deneyimleyeceğiz. Disiplinler arası sınırların kalkması, hiyerarşik düzenin değişmesine, mesleklerin her gün biraz daha birbirinin içine girmesine neden olacak. Mimarlık, yapı mühendisliğini de tasarımı da matematik ve fiziği de kapsayan bir forma dönüşürken; “meslek“  tanımının önemini yitirdiği bir düzende herkes paylaşımcı bir sinerji ile aynı proje için çalışacak. Yani: Maestroluk, bir bireye ait olmaktan çıkıp bireyler topluluğuna dönüşecek. Teknoloji daha ileri seviye ve daha kompleks bir hal aldıkça, maestroyu oluşturan bireyler topluluğunun daha da kalabalıklaşacağını öngörmek mümkün.

Günümüz düşünürlerinden Yuval Noah Harar, teknolojinin himayesinde dijital bir diktatörlüğün başlayacağına dair öngörüde bulunur. Bu yaklaşımın ekstrem olup olmadığını zaman gösterecek. Şurası bir gerçek: Teknoloji bizi, sezgisel kabullerin ötesinde bir yere götürüyor artık. Bilgi ve teknoloji, zamandan ve mekândan bağımsız bir araya gelebilmemizi sağlıyor. Veriye, her zamandan daha bilimsel yaklaşmak kaçınılmaz; hatta bir tür zorunluluk.

İnsanlığın ve teknolojinin gelişimi, insanın elindeki kaynağı yetersiz bulup elindeki teknolojiyi her zaman biraz daha geliştirmesinin özetidir aslında. Tarlalarda başlayan bu yolculuk oradan fabrikalara, daha sonra Silikon Vadisi’ne, nihayetinde uzaya kadar uzandı.

Hakiki ve organik bir sürdürülebilirlik adına insanın ihtiyacını, her zaman en iyi insan görebilir. Teknoloji, zaman içinde robotik teknolojiler ile yapay zekayı yaratmış olsa da bir sonraki adım için her zaman “öz” zekaya, yani “meastro”ya ihtiyaç duyacak. Bu işbirliği, karşılıklı bilgi alışverişiyle, iki tarafında birbirini beslemesi ve desteklemesiyle devam edecek.

Design Unlimited Dergisi, 2019 Melike Altınışık